26 Aralık 2012 Çarşamba

BEŞİKTAŞLI KIZIM



Defne Ada' nın ilk maç keyfi ve başarılı sonuçlandı. Çok oldu gerçi bu maç oynayalı ama burada da olmasını istedim. Beşiktaş İnönü Stadyumundayız. Defne Ada çok sakin bir şekilde maçı izledi ve gollere beraber sevindik. Şimdiden sıkı bir Beşiktaş taraftarı yetişiyor diyebilirim. Kartal Pençesini öğretiyor babası ve Beşiktaş marşları dinliyoruz.



Bu resimde 3-4 sene öncesine ait. Defne Ada hayatımızda yokken, şimdi de havaların iyi olduğu tüm maçlarda beraber stat dayız .  

25 Aralık 2012 Salı

MANGO İNDİRİMİ BAŞLADI


Mango %50 ye varan indirim günleri bu gün başladı. online mağazalar için de indirim geçerli, üstelik 65 TL üzeri online alışverişlerde kargo hizmeti de ücretsiz.


21 Aralık 2012 Cuma

ÜNLÜLER VE ÇOCUKLARI

Hollywood anneleri gerçekten sıradışı, Hürriyet gazetesinde okuduğum haber beni epey şaşırttı.
Neomi Watts doğum günü hediyesi olarak oğluna pedikür yaptırmış.


Katie Holmes kızına yeni yıl hediyesi olarak 100 bin tl para harcamış, üstelik de 6 yaşındaki minik Suri hiç yaşına göre giyinmiyor. Bir çok resimde makyajlı hali dikkatimi çekti.


Vikoria Beckham da kızı Harper' ı süs gibi sağ kolunda  taşıması büyük tepki almıştı.






20 Aralık 2012 Perşembe

UYKU SÜRECİMİZ

Anne sütünü bırakma sürecinde de anlattığım gibi akşam uykusuna yatış bizim için sancılı olmaya başlamıştı. Defne Ada çizgi film izleyerek uykuya dalıyordu. Bu durum ilk zamanlarda güzeldi ama sonraları çok içime sinmiyordu. Yatağında kendisi uyumuyor ya da ben uyutamıyordum. Ben aman ağlamasın, aman mızmızlanmasın diye işin kolayına kaçıyordum. Taki bir arkadaşımın bana en önemli unsurun kararlı olmam gerektiğini hatırlatana kadar. Her ne kadar 20 aylık da olsan geç de kalsak, sonunda hallettik.
İki haftadır, akşam sekiz buçuk ve dokuz arası yataktayız, hikaye anlatıyorum, şarkı söylüyorum tabi ki hemen uyumak istemiyor, babasından yardım istiyor, ağlanıyor, yataktan çıkmak istiyor ama ben de geri adım olmadığını görünce bana sarılıyor ve uyuyor. Bu süreç 15 dk. sürüyor. Keşke daha önceleri bu kadar kararlı olsaymışım, Gece sadece 1 kez kalkıp, bebe bisküvisi ve su istiyor. Sonra uyumak istemese de kandırmak kolay oluyor. Akşamları onun erken yatması demek benim de dinlenmem ve kendime vakit ayırmam demek oluyor :) Sabaha karşı uyandığında bazen bizim yatağımıza gelmek istiyor ve bizimle uyumaya devam ediyor. Bizimle yatması da çok keyifli oluyor aslında, tabi sürekli olmadığı sürece. 
Kararlı olmak şart, bu afacanlar çok zekiler, onun sizi yönetmesine izin vermeyin siz onu yönetin.


Babakız resimleri :)

21 Kasım 2012 Çarşamba

ANNE SÜTÜNÜ BIRAKMA SÜRECİMİZ

Emzirmeyi bıraktım evet çok düşündüğüm streslendiğim bir konuydu bu.
Defne Ada ilk doğduğunda hemen emzirmiştim, Bebeğini emzirebilmek bir anne için müthiş bir duygu. Tarifi zor, yaşanılası bir duygu. Doğum iznimde evde olduğumdan evde her istediğinde sürekli emziriyordum ve bu durum beni çok mutlu ediyordu. Anne sütü bulunmaz bir besindi. Doktorumuz yanılmıyorsam 7-8 aylıkken gece emzirmelerini azaltmamı söylemişti. Ben dinlemedim daha doğrusu yapamadım diyelim. Çünkü emzirmek Defne Ada ve benim aramda büyüleyici bir iletişimdi. 10 aylıkken işe başladım. Gündüzleri hiç meme aramayan kızım ben eve geldiğimde direk beni odaya götürüyor ve emmek istiyordu. Geceleri ise 45 dakika ya da 2 saat arayla kalkıyor ve emmek istiyordu. Ne kadar uykusuz kalsam da bu düzene alışır olmuştum. 2 yaşına kadar emzirmeliyim diyordum. Böyle düşünmemde ki diğer etkende sevgili kızımın süt, yoğurt ve peynir üçlüsünden hiç birisini istemeyişiydi.  Kalsiyum ihtiyacını da benden karşılıyor diyordum. 

Ama 20 aylık olduğunda işin rengi değişmeye başladı, ihtiyaçtan çok bağımlılık olamaya başlamıştı. Her ağladığında meme diyordu, yer mekan fark etmiyordu birazdan desem de ağlama krizine giriyordu meme meme diye. Geceleri zaten sık kalkan kızım artık memede 1 saati aşkın süre kalıyordu. Bıraktırmayı çok istiyordum ve ilk denememde bant yapıştırdım ve durumu anlattım ama gece çok ağlayınca dayanamadım ve verdim. O an ikimizden de mutlusu yoktu. Her zaman emerek uyuduğu için, o gece meme alamayınca gece yarısını geçmişti ki sürekli ağlıyordu memeyi verince hemen uyudu. En büyük yanlışlarımda biri de emzirerek uyutmak oldu.  Biraz daha emzirmeye devam ettim ama artık bende dayanamadığımı fark ettim. 

Bir aydır meme vermiyorum   kızım da istemiyor. Radikal bir kararla bir hafta sonu sabahı meme istediğinde düştüğümü ve memenin uf olduğunu, ağladığımı söyledim. Görmek istedi tabi ki bantlamıştım koli bandıyla. Çok güzel anladı ve sustu. Gündüz her sorduğunda aynı cevabı verdim. Düştüm acıyor, uf oldu dedim. Ama akşam uykusu yaklaştığında kıyamet kopmaya başladı meme meme diye tutturdu ve cevabım ona yeterli gelmedi. Çizgi film izleyerek uykuya daldı. Gece sürekli kalkıp istiyordu ve hep aynı cevabı veriyordum. Ne su ne süt hiç bir şey istemiyordu ağlaya ağlaya sızıyordu artık. İlk 3-4 günümüz böyle geçti sonraki günler daha sakindik. Çizgi film izleyerek uyumaya da alışmıştı. Ama kimi görse "anne, meme, uf, acıyor" diye anlatıyordu. 10 günü geçtiğinde ise hiç istek kalmadı diyebilirim. Halan daha sorsanız uf oldu diye anlatır. 

Açıkçası daha da zorlanacağımı düşünmüştüm yine de bıraktırma sürecimiz çok kolay geçti diyebilirim. Tabi eşimin de desteği oldu. Kızım sürekli ağladığında geceleri özellikle destek şarttı. Yanınızda her ağladığında "ver memeyi ağlatma sussun" diyenler varsa işiniz çok daha zor olabilir. Ben annemleri de tembihledim sakın dedim, ağlasa bile karışmıyorsunuz. Büyükler torunlara karşı daha kıyımsız oluyorlar. Memeyi bıraktıktan sonra gece uykularımız da düzene girdi ve ben artık daha mutluyum. Emzirmek çok güzel hissi bir duygu fakat gerektiği kadar bebek her istediğinde verildiğinde özellikle geceleri, bıraktırmak da böyle sancılı oluyor işte. Emzirmeyi bıraktırmak istiyorsanız kararlı olmanız şart. 

30 Ekim 2012 Salı

BAYRAM HEDİYEMİZ

Bayram tatilimizi köyümüzde geçirdik. Ailecek köyde kurban yaptık ve kutladık. Çok eğlenceli, zorlu her türlü duyguyu barındıran bir tatil oldu. Dün İstanbul' daydık. Tabi ki insanın evi gibisi yok. Köy resimlerini henüz yükleyemedim ama ofise geldiğimde, arkadaşımın annesi Defne Ada ' ya hediye yollamış. Onları hemen resimledim ve yükledim. Çok sevindim, çok beğendim. Eline emeğine sağlık.  


                          








11 Ekim 2012 Perşembe

20 AYLIK BÜYÜME HALLERİ







DÜNYA KIZ ÇOCUKLARI GÜNÜ

BM kararıyla bu yıl ilk kez gerçekleştirilen 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü. Kararda, ekonomik büyüme, BM Binyıl Kalkınma Hedeflerine ulaşılması ve  kız çocuklarının kendilerini etkileyecek kararların alınmasına katılımı açısından kız çocuklarının desteklenmesinin, güçlendirilmesinin ve onlara yatırım yapılmasının son derece önemli olduğu, ayrıca bunun başarılmasının kız çocuklarına karşı ayrımcılık ve şiddet sarmalını kıracağı, onların insan haklarından tam ve etkili bir şekilde yararlanmalarını sağlayacağı belirtildi. Umarım  bu karar toplum görüşünde de işe yarar. Çocuk gelinler olmaz, çocuk istismarı olmaz. Daha temiz daha güzel bir gelecek olur. 

11 EKİM DÜNYA KIZ ÇOCUKLARI GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN. KIZLARIMIZ MUTLU VE UMUTLU OLSUN. YÜZLERİNDEN GÜLÜMSEME HİÇ EKSİK OLMASIN. 



18 Eylül 2012 Salı

SİNOP CEZA EVİ

Ben Sinop' luyum. Sinop denilince akla ilk gelen yerlerden birisidir, eski ceza evi. Artık açık hava müzesine dönüştürülmüş ve uygun fiyatla isteyen herkesin görebileceği bir yerdir. İki sene önce gitmiştim. Üç aylık hamileydim üstelik. Çok etkileyici, insanı derinden sarsan bir yer. İçerisi boşaltılmış durumda hiç bir eşya yok var da yok. Tüm eşyaları bir odaya atmışlar. Koğuşlar boş. Keşke ranzalar dizili halde eskiyi canlandırmış olsalardı. Ben gittiğimde sadece bir koğuş düzgündü o da dizi çekildiği için. Sinop Kalesinin ortasından bir duvar geçirilerek ikiye ayrılmış ve bunlardan bir bölümü bir duvar daha çekilerek tekrar bölünmüş. Bu kalenin bir kısmına ceza evi yapılmış. Tam yanı deniz. İlk giriş çocuk koğuşu, biraz aşağıda zindan var. Kaç gün aklımdan çıkmayan, orada duranların acısını hissettiğim bir zindan. 6-7 metre yükseklikte, hiç ışık almayan tuvalet olarak da sadece yerde bir delik var. Çok dehşet veren bir yerdi doğrusu yazarken bile aynı duyguları hissediyorum. Diğer yerleri gezerken de çok üzüldüm. Yine her yerde olduğu gibi halkımız tüm duvarları isim, imza, tarih, seni seviyorum, beni ara gibi karalamalarla doldurmuş. Çok yazık. Bir çok yazı silinmiş boyanmış üzerine yine yazılmış ne anlamı var bilmiyorum, tüm tarih kokan duvarları mahvetmişler. Kuzenim anlattığına göre ilk müzeye çevrildiğinde onlar gezerken ağlamış, gece uyuyamamış. Duvarlarda mahkumların yazıları varmış ama ben hiçbirini göremedim. Yine de çok etkileyici bir yer. Gezerken çekilen işkenceleri, özlemleri, acıları hissediyorsunuz. Yolunuz düşerse eğer mutlaka gezmelisiniz.










resimler cep telefonu ile çekildiğinden çok iyi değil.

17 Eylül 2012 Pazartesi

GARİPÇE KÖYÜ

Hafta sonu çok merak ettiğimiz Garipçe' ye gittik. Küçücük hatta minicik bir yer. Deniz kenarında kurulu bir köy ve şehirden akın akın gelen insanlar ve araba topluluğu düşünün. Köy pislik içinde, o kadar güzel, manzaralı şirin bir yer gelen ziyaretçilerin ve Sarıyer Belediyesinin bakımsızlığından pislik içinde. Köy zaten çok küçük. Uzak olduğundan herkes şahsi arabası ile gelmiş. Köye giriyorsunuz ama araç park etmek sorun. Neyse ki biz tepede bir yere park ettik. Küçükten birde kalesi var ama o da pislik içinde ve bazı çukurluklar mevcut üzerileri öylesine örtülmüş. Kale bira şişeleri,yemek çöpleri, kağıt mendillerle dolu. Biz pazar günü gittik diye mi öyleydi bilmiyorum ama benim umduğum gibi bir gezi olmadı diyebilirim. Biz yemek alırken arkamdaki kişilerin muhabbetlerini duydum, eskiden bu kadar kalabalık değildi diyorlardı. Hep beraber oranında içine etmişiz anlayacağınız. Zaten güzel olan neye sahip çıkıp layıkıyla koruyabiliyoruz ki. Gitmeyin demem ama çok umutla da gitmeyin. Bizim yanımızdaki arkadaşlar kalabalıktan o kadar rahatsız oldular ki hiç bir yerini gezemeden, sadece manzaraya baktık, kahvaltı yaptık ve döndük. Hele benim 2 sene önceki bir Sinop Cezaevi gezim var ki tam bir hayal kırıklığıydı. Onu da bir sonraki yazımda anlatacağım. Buyurun Garipçe' den bir kaç resim.




14 Eylül 2012 Cuma

ÇOCUKLARDA DİŞ BAKIMI

Biliyorsunuz Defne Ada' nın dişleri çok geç çıktı 19 aylık olmasına rağmen 8 dişi var. 16 ayından beride diş fırçası kullanmasını öğretiyorum. Yanında babası ve ben dişlerimizi fırçalamaya başladık ve ilk zamanlarda fırçayı istemiyordu. Eliyle yapıyor sonra da tükürüyordu. Daha sonra onun için aldığım minik ve yumuşak diş fırçasını macunsuz bir şekilde kullanmaya alıştı. Şimdilerde kendisi istiyor diş fırçasını. Şuan yaptığı tam bir ağız  bakımı değil oyunla karışık ama en azından diş fırçası kullanımı kazandı.
Büyüdükçe abur cuburlardan uzak tutamıyoruz. Arkadaşlarıyla beraberken ve ya kuzenleriyle beraberken onlar yiyince miniğimde yemek istiyor. Diş sağlığı çok önemli diye düşünüyorum ve küçükten iyi bakılmalı. Süt dişleri kalıcı dişlere göre daha çok organik madde içerdiğinden daha çabuk çürüyebilirmiş. Düşünsenize minicik bir çocuk da çürük diş, hem sağlık açısından hemde görsel olarak hiç hoş değil. Ne yapıyoruz sabah ve akşam yemeklerden sonra dişlerimizi fırçalıyoruz.


13 Eylül 2012 Perşembe

BODRUM TATİLİ

Tüm sene boyunca hayalini kurduğum tatilimi de senelik izinlerimi bitirdim. Tüm sene tatil de tatil dedim, sonunda Bodrum' daydım. Kız kardeşim ve eşiyle beraber 4 büyük 1 minik gittik. Giderken kız kardeşimin eşi hastaydı (grip), 2 gün o hasta, sonra kız kardeşim,son 3 günde eşim hastalandı. Bodrum hiç birine iyi gelmedi anlayacağınız. Çok şükür ki Miniğim Defnemle bana uğramadı hastalık. Ama eşimin hastalanıp odadan çıkmayışı benim adıma kötü oldu,miniğin peşinden tek başına koşturan ben oldum. İyi ki yanımda kız kardeşim vardı. Yatıp güneşlenmekte onun  uyuduğu öğle saatlerinde oldu, tabi ki haşlandım :)) evet haşlandım 12:00 - 13:00 arası güneşin altına yatarsanız ne kadar krem sürseniz bile haşlanırsınız. Tatilin kötüsü olmaz derler doğru, daha önceki yıllarda ki gibi olmasa da bebikli pardon çocuklu tatil de böyle oluyormuş. Bebikliyken daha kolaymış itiraf ediyorum. Yerinde durmayan ordan oraya koşan, gördüğü her merdivenden çıkıp inmeyi oyuna çeviren ve bunu sürekli hale getiren 18 aylık çocukla tatil yarı yarıya oluyormuş. Ama yine gitsem keşke, Bodrum dönüşü hemen işe başlamadım. İki günde evimde ev hanımlığı yaptım ve çok memnun bir şekilde tatilimi sonlandırdım. Ben evcimen biriyim galiba ev yaşamına çabuk alışıyorum ve işe gidesim sıfır. Hele ki miniğim Defne Ada  durup durup "annem" diye bacağıma, karnıma sarılmaz mı  daha da duygusal oluyorum ve işe giderken çok bocalıyorum. Ama bir kaç güne geçer dimi :)

 Tatilden bir kaç kareyle baş başa bırakıyorum sizi.






31 Ağustos 2012 Cuma

BAYRAMDAN HATIRA

Bayram geçeli çok oldu ama benim elim bir türlü yazmaya varmadı. Bayramı eşimin memleketi Bartın da geçirdik. Kısa ama çok zevkli kalabalık bir bayram yaptık. Tüm kardeşler oradaydık, harika bir bayram yemeği ( köy tavuğuyla yapılan ıslama, resimleyemedim, sofraya gelmesiyle yendi :)) bir daha ki sefere ) ve müthiş bayram gezmeleri. Köyde bayram yaptık ama çok kalabalık köyde evi olan gelmiş. Bizim iki bıcırık da  çok iyi anlaştılar. İkisinin de  bayramlıklarıyla çekilen karelere bırakıyorum sırayı.





15 Ağustos 2012 Çarşamba

"EYLÜL 12 DEN VURDU" AĞLATTI

Twitter da arkadaşların yazışmalarıyla tesadüfen okudum ama ofiste olmama rağmen ağlaya ağlaya okudum. Çok etkileneceğiniz bir yazı. Yazıyı Missred's Diary blogundan hiç eklenti yapmadan yayınlıyorum.

Az sonra zaman ayırırsanız okuyacağınız satırlar  "Eylül 12'den Vurdu " adlı kitaptan alıntıdır. Beni o kadar etkiledi ki sizlerle de paylaşmak istedim. Öyle hayatlar var ki bilmediğimiz, tahmin bile edemediğimiz  bu hayatlarla karşılaştığımızda tokat gibi çarpıyor yüzümüze gerçekler. İşte bunları okuyunca kendime geliyorum, şımarıklığı üstümden atıp silkeleniyorum ve şükrediyorum.
Mart ayı gelmişti ama kızım hala okumaya geçmemişti. Ödevlerini yapmamak için bir sürü bahane buluyordu. Elimden geldiğince ilgileniyor, çalışma şevki kazanması için çabalıyordum. Ancak hiçbir gelişme yoktu. Adeta inatla okuma-yazma öğrenmemeye çalışıyor gibiydi. Öğretmenliğin kazandırdığı bütün deneyimlerimi kullanıyor, hiçbirinin işe yaramadığını gördükçe paniğim artıyordu. 
Kızımdan bir yaş küçük oğlum ve henüz yedi aylık bebeğim den çalabildiğim her dakikayı kızıma ayırıyor, ancak öğretmeniyle her konuştuğumda büyük bir düş kırıklığı ile eve dönüyordum. 'Kızım acaba geri zekalı mı' diye düşündüğüm oluyor, bu düşünceler yüzünden beynimin zonklamasını geçirmek için iki, üç tane ağrı kesici almak zorunda kalıyordum. 
O soğuk mart akşamında, sönmeye yüz tutmuş sobanın yanında, kızıma heceleri söktürebilmek için uğraşırken, onun ilgisizliği kalan son sabrımı da tüketti. Ayların birikimiyle kızı mı omuzlarından tutup, silktim ve minicik yanağına hatırladıkça utandığım' bir tokat attım. Yanağı kıpkırmızı oldu. Şaşkın ama kızgın baktı. Ağlamamak için minik dudaklarını sürekli büküyor, bakışları kalbimin ötelerine doğru ok gibi ilerliyordu. 
Sessizliği bozan ben oldum.
"Neden? Nazlıhan neden? Niçin okumayı öğrenmek için gayret göstermiyorsun? Sen aptal değilsin. Neden kendine aptalmışsın gibi davranılmasına izin veriyorsun?" 
Bir an durdu, sonra sesinin bütün yırtıcılığı ve kiniyle, "Çünkü ben okumak istemiyorum"diye haykırdı. Kulaklarıma inanamıyordum. Yüksek tahsil yapıp, iyi bir geleceği olacağını düşledim biricik kızım, benim, ben öğretmen Emine Özgenç'in kızı "Okumak istemiyorum" diye bağırıyordu. 
Hayal kırıklığı ve şaşkınlık içerisinde "Neden?" diye sorabildim.
"Çünkü ben senin gibi okuyup, öğretmen olup, çocuklarımı evde yalnız bırakıp işe gitmeyeceğim, Çalışmayacağım, Ben sadece anne olacağım." 
Kızım konuşmuyor, adeta beni tokatlıyordu. Başım dönüyor, gözüm kararıyor, bu sözlerin gerçekten kızıma mı ait olduğunu anlamaya çalışıyordum. Evet bu sözleri bana yedi yaşındaki kızım söylüyordu. "İnsan şimdi bayılmaz da ne zaman bayılır" di ye düşündüm. Sanki, birden, gözlerimin önünde bir sinema perdesi açıldı ve acı bir film oynamaya başladı. Yozgat'ın Nohutlu Tepesi'nde, o her çıkışımda hiç bitmeyeceğini düşündüğüm yokuşun başındaki bir türlü ısıtamadığım evi hatırladım. 
12 Eylül sonrası, eşimin (birçok insana yapıldığı gibi) hiç anlayamadığım bir tarzda ve sebepsizce tutuklanıp cezaevine götürülüşü. Aylarca tutuklu olduğu halde mahkemenin bir türlü başlamayışı. Yıllarca süren ve benim, eşimin neden tutuklandığını beraat ettikten sonra bile anlamadığım mahkemeler. Bakamadığım için dokuz aylık oğlumu Samsun'a, anneme bırakmam. Bakıcı ve anaokulu masraflarını karşılayamadığım için, iki yaşındaki kızımı her gün çalıştığım liseye götürüşüm. Yavrumun öğretmenler odasında koltuklarda uyuyuşu. Uykusunun en derin yerinde çalan teneffüs ziliyle yavrumun fırlayıp koltuklara oturuşu. Sonra müdürün beni çağırıp, "Bak Emine Hanım, biliyorum zor durumdasın ama seni gören herkes çocuğunu okula getirmeye başladı. Burası çocuk yuvası değil ki. Bir daha kızını okula getirme" deyişi. O günden sonra iki buçuk yaşındaki kızımı o koskoca, o sopsoğuk evde, yalnız başına bırakıp, dönene kadar kızımı koruması için Allah'a yalvarışlarım. Acıkır ve susar diye etrafa bıraktığım su bardakları ve yiyecekler. Her akşam eve döndüğümde yavrumu bir köşede battaniyenin altında büzüşmüş buluşum. 
"Yavrum, iyi misin? Korktun mu?" diye sorunca, "Korktum, ağladım, ağladım, yoruldum, sustum, sonra yine ağladım" diyerek boynuma sarılışı. Bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden. Bir türlü filmin sonu gelmiyordu. 
Nisan sonlarına doğru bir öğle paydosunda eve gelmiş ve zili çalmak zorunda kalmıştım. 
O sabah telaşla çıkarken anahtarı evde unutmuştum. Ama çok dert etmemiştim. Nasılsa kızım evdeydi. Kapıyı açardı. Ama açmadı. Açmadığı gibi sesinin bütün gücüyle "Anne" diyerek ağlıyordu. "Kızım, ben annenim, aç kapıyı" dedikçe o "Hayır sen annem değilsin. Sen kurtsun. Beni yiyeceksin" diye feryat ediyordu. Ne söyledimse inandıramadım. Dinlediği bir masaldan etkilenmişti besbelli. Yavrum, minik yavrum korkuyor ve ağlıyordu. Yarım saat uğraşmış, ikna edememiştim. 
Yapacağım tek şey vardı. Bir şekilde içeri girmek. Ama nasıl? Kapıyı kıracak gücüm yoktu. Nohutlu Tepesi'nde çilingir ne gezerdi. İçerde yavrum feryat figan ağlıyordu. Neden sonra alt kata inmeyi düşündüm. Kapıyı açan komşuma bir yandan olayları anlatıyor, bir yandan balkona doğru koşuyordum. Bir sandalye bulup balkona yerleştirdim ve üst kattaki evimin balkonuna ulaştım. Ben, 153 santimlik ufak tefek kadın, bir sandalye yardımıyla nasıl olup üç metrelik tırmanışı gerçekleştirerek, üçüncü kattaki evimin balkonuna ulaştım. Hala anlamış değilim. Sanki görünmeyen bir el beni yukarı çekti. Balkonun kapısı pek sağlam olmadığından, kilidi kolayca açıp içeri koştum. Kızım kapının dibine oturmuş, başını bacaklarının arasına sıkıştırmış ağlıyordu. Sarıldım, sarıldım, sarıldım... Göz yaşlarım onunkiyle karıştı. Koynuma büzüldü. Sadece "Annem, anneciğim, kurt beni yiyecekti" diyebiliyordu. O gün öğleden sonraki ilk dersimi kaçırdım. Müdürün ikazına rağmen kızımı sınıfıma götürdüm. Önce müdür muavini, sonra müdür tarafından azarlandım ama hiç cevap vermedim. Sadece göz pınarlarımda iki damla yaş belirdi. Ve o yaşlar müdürün birden susup özür dilemesine sebep oldu. 
Evet bu acı film bitecek gibi değil. Kızımın sesiyle irkildim.
"Ben okumayacağım. Anne olacağım diye feryat ediyordu. Feryat etmiyor sanki beni tokatlıyordu. Ona iyi bir anne olamadığımı ve bundan duyduğu rahatsızlığı bu sözlerle haykırıyordu yüzüme. Hayatımın hiçbir anında böylesine bir acı yaşamamıştım. Hiçbir söz yüreğimi ve belleğimi böylesine hırpalamamıştı. 
Kızımın kestane rengi saçlarını okşadım. Tokadımla kızaran yanağını öptüm. Başını göğsüme bastırdım. Onun hafızasında yer eden bütün acıları silmek istiyordum. En doğru, en eğitici sözleri bulmalıydım. Ama nasıl?.. Bu allak bullak beyinle nasıl? 
Öğlece ne kadar kaldık bilemiyorum. Bir ara konuşacak gücü bulabildim.
"Kızım, her okuyan kadın çalışmak zorunda değildir. Sen iyi bir anne olmak istiyorsun. Ben de iyi bir anne olmanı istiyorum. Ancak, okursan, bilgili olursan, iyi bir anne olabilirsin. Çalışmak zorunda değilsin ki. Sen de evde çocuklarına bakar, onlara okuma yazma öğretirsin" diye devam eden birçok cümle sıraladım peş peşe. Kızım ikna olmuş görünüyordu. Ertesi gün okuldan geldiğinde onu masanın başında Cin Ali kitabını okurken buldum. Kızım, okuyup yazmayı aylar önce öğrenmiş fakat ısrarla herkesten saklamıştı. 
Öğretmeni şaşkındı. "Nasıl olur da bir çocuk, bir günde bu kadar ilerleme kaydedebilir?" diye soruyordu. Bu sorunun cevabı öyle uzun ve anlaşılması öyle güçtü ki... O an susmak, en güzel cevaptı çünkü bu sorunun cevabını ancak ben ve Nazlıhan anlayabilirdik. Şimdi kızım, Gazi Üniversitesi'nde işletme okuyor. Anadilini çok iyi okuyup, yazdığı gibi iyi derecede İngilizce de biliyor. En önemlisi bir kadının hangi şartlarda olursa olsun çalışması ve ekonomik özgürlüğünü elde etmesi gerektiğine inanıyor. En güzeli de her fırsatta "Canım annem diye sarılıp yanaklarımdan öpüyor. Ben de onun, daha önce "o utandığım tokatla" kızart tığım yanağından öpmeye özen gösteriyorum. 
Emine Özgenç

14 Ağustos 2012 Salı

VATAN SAĞOLSUN ÖYLE Mİ


 Bu yazıyı Facebookta okudum ve çok beğendim, bura da da paylaşmak istedim.
‎-Güneydoğuda herif 30 çocuk sahibi olacak...
- Sonrada bu çocuklarını terörist sempatizanı yapacak...
- Çalışmayıp yan gelip yatacak...
-Benim maaşımdan veya küçük esnaftan %30 vergi alacaksın...
-SSK primim bir emekli maaşı kadar olacak...
-Ben bu herifin bebelerine büyüyünce, Askerime Polisime kurşun sıksın diye mi bakacağım...
-TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!

-Ben bir çocuğa bakmak için deli gibi çalışacağım...
-Bu ülkeye hiç bir katkıları olmayan,
-Bu güzel ülkemin, Türkiye'min vatandaşı olmak hakkını bir kenara iten,
-Kendi kendilerine ırkçılık yapan,
-30 tane palesi için devlet ona çocuk yardımı yapacak...
-TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!

-Vergisiz kaçak petrol kullanacaklar...
-Ben de vergi üstüne vergi vereceğim...
-Ben bu kadar SSK primi ödeyeceğim...
-Hastanelerden zar zor faydalanacağım...
-TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!

-Ben sesimi yükseltemezken...
-Eylem yapamazken...
-Düşüncemi ifade edemezken...
-İşçi, memur yürüyüş yapıp hak arayamazken...
-O adam çıkıp bayrak yakacak...
-Bölünme isteyecek...
-Etrafı yakıp yıkacak...
-Her şeyi Devletten bekleyecek,
-Daha fazla demokrasi ve özgürlük isteyecek...
-Gece 02:00'de İzmir’deki bir insan Diyarbakır’a gidemezken, Diyarbakır’lı her saat İzmir’e gelebiliyorsa,
hangisinin özgürlüğü kısıtlı.
-Polisleri taşlayan bu itlere karşı, polislerin insan hakları diye eli bağlanacak...

-Elektrik, su ve doğalgaz borcunu geciktirsen hemen kesilen ve bir dünya faiz ödeyen biz...
-Devlet arazisine bir gecede çöküp oraya ev yapmayan biz...
-Zar-zor, borç-harç ev alıp birde bunun takır takır vergisini ödeyen biz...
-pkk ve yandaşlarının kullandığı kaçak elektrik parasını ödeyen biz...
-Elektriğe, suya, gaza para vermeyip bedava arazide ev kurup oturan PKK’lı...
-TÜRK AÇILIMI İSTİYORUZ...!!!

-Demokrasiden bahsedip, teröre yol açmak ?
-İnsan öldürüp, hak talep etmek?
-Bu ne yaman çelişki....!!!!

13 Ağustos 2012 Pazartesi

İKİ KELİMELİK CÜMLE

Hafta sonları en müthiş ve en hızlı haliyle devam ediyor. Ne zaman pazar akşamı oluyor anlayamıyorum. Kızımla öpüş öpüş, sarmaş dolaş, tüm günü beraber geçir, sonra pazartesi sabahı işe gel. Çok zor oluyor benim için. Doğum iznindeyken anladım aslında. Ben ev hayatına çok çabuk alışıyorum. Sabah çocukla kalkıp, yatakta tembellik yapmak, rahat rahat kahvaltı, öğlen yürüyüşleri vs. hafta sonu rahatlığında geçen günler, tam benlik. Çalışmayı da seviyorum. Ama evde minik cadıyı bırakmak her pazartesi aynı cümleleri kurduruyor bana. Hele ki sabah erken uyanmışsa, o gün daha da zor. Bu aralar her akşam anlatıyorum anne işe gidecek, akşam gelecek. Tamam diye de onaylıyor beni. Bakalım umarım etkili olur da. Ağlayarak işe uğurlamalar biter. Keşke çalışan anneler için tatil günlerini üç güne çıkartsalar. şahane olurdu.

Babaya kurulan ilk cümle. "Baba düttü". Bizde bir sevinç bir sevinç. Halbuki iki kelime ama o iki kelimeyi yan yana bizim cadıdan duymak bizi sevince boğdu.. Eminin tüm anne babalar ne hissettiğimizi anlamışlardır.
18. ay aşılarımızı olduk. Hatta geç kalınmış su çiçeği aşısıyla beraber üç aşı birden olduk.
Çantasız çıkmam pozu. Hafta sonu hep çantayla dolaştı.


27 Temmuz 2012 Cuma

BU ARALAR

Bu aralar çok yorgun ve uykusuzum. Sıcak ve nemli hava da gece uykularımı mahvediyor. Sürekli paylaşıyorum ama şöyle deniz kenarında, güneşi tüm vücudumda hissedip iyi bir tatil yapasım var. Bir ay kaldı gün sayıyorum. Bir aksilik çıkmazsa eylül de Bodrumdayım. Geçtiğimiz iki sene oruç tutmamıştım.. Gebelik ve emzirme dönemlerime denk gelmişti. Bu sene emzirmeye devam etmeme rağmen tutuyorum. Defne Ada gündüzleri emmiyor zaten. ben eve gelince emziriyorum. Açlık ve susuzluk anlamında çok rahatım ama uykusuzluk yok mu ah o uyku ah ah. Artık deliksiz uykulara o kadar hasretim ki. Tanıdığım her anneye gece uykularını soruyorum ve kendimle kıyaslıyorum. Geçecek tabi ki ama bu aralar yoruyor beni.

Defne Ada 17,5 aylık oldu, kelime haznesini genişletse de bazen isteklerini anlatamıyor. Kimi zaman hareketlerle anlatıyor. Elimden tutup kaldırıyor beni ve kapıya götürüyor, anla ki gezme istiyor. Kimi zaman o mu bu mu derken anlamıyorum ve başlıyor ağlamaya, kimseye kendisini sevdirmiyor, girdiğim ortamlarda ilgi onda olmayacak, kimse bakmasın, konuşmasın, dokunmasın istiyor. Hırçınız biraz. Ama çok güzel ANNE diyor içim eriyor. Bu aralar yorulsam da, uykusuz da olsam Annelik her şeyin üstünde. Onunla geçirilen her dakika çok kıymetli., her dakika sevgi dolu. Bu aralar baba kız aşk yaşıyorlar. Sürekli baba baba diye dolanıyor ortalarda, çok da güzel söylüyor. Ne zaman büyüyecek, dişleri çıkınca nasıl bir tipi olacak, konuşunca ses tonu nasıl olacak. Kendi kendime sorardım hep. Büyüdü de bu soruların cevabını aldım bile.

Baba kız tv keyifleri :)

25 Temmuz 2012 Çarşamba

OKUYORUM


Mino' nun Siyah Gülü, Yeni başladım okumaya çok akıcı, merak uyandırıcı bir kitap.


 Hüsnü Arkan, 60'lı yıllardan başlayarak, özellikle 12 Eylül döneminin acıtan sayfalarına bir ailenin kadınlarının gözünden bakıyor. İçerisinde aşk, hüzün, umut hepsi var. Sıkılmadan, keyifle okunulacak bir kitap.

24 Temmuz 2012 Salı

BARTIN TATİLİ

Bu senenin ilk 15 günlük tatilini bitirdim. 12 gün boyunca kızımla eşimin memleketi Bartın' daydım. Tam kafa dinleme yeri hiç bir gsm operatörü çekmiyor sadece ev telefonları var. Tavuklar, inekler, köpekler, bol oksijen. Tek sorun araba olmayınca birde küçük çocuklar olunca pek gezilemiyor, ama yine de sıkılmıyor insan. Geçen hafta perşembe günü eşimin de sürpriz yapmasıyla daha da eğlenceli olmaya başladı, bol bol gezdik. 




Defne Ada köyde süperdi, hiç sorun çıkarmadı bana, sağlık problemi de yaşamadık. İlk hafta hava pek bir dengesizdi. Bir sıcak bir soğuk. Çocukları bir soy, bir giydir. Hatta Samsun-Sinop yağışlarından bizde nasiplendik. Felaket yağmur, şimşek düşünün. 2 gün boyunca çok yağdı. Haberlerde Samsun' da yaşananları görünce çok üzüldüm. Umarım aynı üzücü olaylar tekrar yaşanmaz.

 Denize Amasra'ya gittik, ama denizi çok da iyi gelmedi bana. Küçük sevimli bir yer. Daha önce bir kaç kez gittiğim için bu sefer O müthiş Amasra salatasından yemedim. Gidenlere tavsiye ederim mutlaka denemelisiniz. Defne Ada tam bir su kuşu. Sıcak deniz suyu, soğuk dere suyu hiç farketmiyor hepsine girmek için can atıyor.

Köy tatiline dair diğer resimlere bakmak isterseniz, buyrun .
Bu tatil bana yetti mi tabi ki hayır. Deniz olmadan tatili saymıyorum, Bayramdan sonraki tatilimi bekliyorum. Tabi geçtiğimiz seneler de ki gibi tam tatil olmuyor çocuklu olunca ama yine de şahane. Geçen sene DefneAda  5 ve 7 aylıktı iki kez deniz tatiline gittik, eşimle dönüşümlü deniz, havuz sefası yaptık. Uyku saatleri ve çok sıcaklarda anne ve bebişi odadan çıkmadık.

Defne Ada 5 aylıktı Antalya tatilimiz.
Defne Ada 7 aylıktı Bodrum tatilimiz,





21 Temmuz 2012 Cumartesi

Bilgilendirme

Arkadaslar gecen Gün yayınladığım defne bebege ılık kampanyası yazımı bir kisim yanlış anlamış. Bizim kız yani defne ada cok şükür saglıgı yerinde. Hasta olan bebek baskabir defne bebektir. Allah hepimizin bebislerini korusun. Gecmis olsun telefonu ve maili aldığım icin bu yazıyı yazmak istedim

18 Temmuz 2012 Çarşamba

DEFNE BEBEK İÇİN

Yazının asıl sahibi Deli annedir.
Allah hepimizin evladını korusun, kimsenin başına vermesin. Çok zor bir süreç. Umarım kısa zamanda sağlığına kavuşur Defne bebek. Dualar onunla.

Defne bebeğin babası Metin Bey’den gelen mektubu da, diğer tüm bilgileri de ekliyorum. İlik bekleyen herkes için yine, yeniden yazmakta fayda var. Detaylar için Defne Bebek ve ilik bekleyen herkes için Facebook etkinliğine tıklayabilirsiniz.

Bir de elbette dualar, duaya çok ihtiyaç var.
 Baba Metin Kurşun’un Mektubu:
KEMİK İLİĞİ ARIYORUZ
Merhaba ; 2 yaşında ki kızımız Defne için ilik arıyoruz. Tarih ; 11 Mart 2011. Küçük kızımız Defne ‘nin rahatsızlanması sonucu doktora gittik. Bir takım test ve tetkiklerden sonra, doktorumuz teşhisin Mix Infant Lösemi (Kan kanseri) olduğunu söyledi. Doktorumuzun bu hastalıklar ile ilgili, kurtulma şansının tüm faktörler göz önünde bulununca %15 olduğunu belirtince yıkıldık. İlk günler gerçekten çok zordu . Travmayı atlatabilmek bir yana geçen her saniye aleyhimize işliyordu. Bu illetin neden bizim başımıza geldiğini anlamaya çalıştıkça daha çok acı çekiyorduk. En önemlisi de sebebini bilemediğimiz bir hastalıkla nasıl başa çıkabileceğimizi bile bilemiyorduk. Defne ; Şişli Etfal Çocuk Hastanesinde kemoterapi bloklarına hemen başladı 2011 Kasım ayına geldiğimizde doktorumuz Defne ‘nin iyi bir yola girdiğini ve idame (koruyucu) tedaviye başlayacağını söyledi. O an ki mutluluk inanılmazdı. İçimizde ki umut parçaları ile bu uzun ve zor yolda emeklemeye devam ettik. Mayıs 2012 ayında Defne ‘nin ani rahatsızlığı ile tekrar hastaneye gittiğimizde maalesef doktorumuz hastalığın nüks (erken relaps) ettiğini belirtti. Bu ikinci yıkılışımız oldu. Defne sadece 6 ay dayanabilmişti . Bu illet hastalık ile bir kez daha savaşmak durumundayız. Doktorumuz kemoterapinin devam edeceğini ama bu arada muhakkak uygun ilik bulunması gerektiğini belirtti. Benim , eşimin ve büyük kızımız Zeynep’ in ilikleri uygun olmadı. Diğer akrabalara bakılıyor ama henüz bir sonuç yok. Türkiye ‘de Defne gibi ilik bekleyen yüzlerce hasta mevcut. Maalesef kemik iliği doku tiplendirmesi ile ilgili ilik bankasında çok fazla veri yok. 

İstanbul Tıp Fakültesi Kemik İliği Bankası bu konuda en yetkin organizasyona sahip kurum.

Maalesef Löseminin tam sebebi bilinmediği için etkin bir tedavisi yok. Bu hastalık herkesin ,her bebeğin veya çocuğun başına gelebilir. Unutmayın ! Bir tüp kan ile bir can kurtarabilirsiniz . Kan vermekten korkmayın. İlik vücudumuzda bir fabrikada üretilir gibi her gün yeniden üretilir ve tükenmez. İlik nakli acı veren bir şey değildir. Vericiler bir hastaya kan verir gibi iliğini verebilir. Vericiler hemen normal yaşantısına dönebilir. Lütfen korkmayın, üşenmeyin, ertelemeyin… Defne’ ye ve Defne gibi bir çok ilik nakli bekleyen hastaya bir şans verin. Unutmayın bugün bizim başımıza gelen yarın sizin de başınıza gelebilir. 
Eğer gönüllü olmak isterseniz Kemik iliği Verici Rehberi (ek2) ‘ni okuyunuz ve bizlerle irtibata geçiniz. Aklınıza gelen her türlü sorularınız için 7/24 aşağıda ki telefondan veya mail adresinden ulaşabilirsiniz. Saygılarımla,
 Metin KURŞUN 
532 508 65 07 
metinkursun@yahoo.com 


HER GÜN 20 KİŞİ KAN VEREBİLİYOR, İMKANLAR KISITLI LÜTFEN ARAMADAN HAREKET ETMEYİN.. _ BİR AN ÖNCE ÇAPA KEMİK İLİĞİ BANKASINA GİDİLEREK BİR TÜP KAN BAĞIŞINDA BULUNARAK HEM DEFNEMİZE HEMDE İLİK NAKLİ BEKLEYEN BİNLERCE HASTAYA DONÖR OLABİLMEKTİR.GİDECEK OLANLAR GİDECEĞİ GÜNLERİNİ BU SAYFADA PAYLAŞSIN Kİ BİR GÜNDE 20′DEN FAZLA KİŞİNİN GİTMESİNİ ENGELLEMİŞ OLALIM. _ 2 AY İÇERİSİNDE 7/24 kan verebilirsiniz.. eğer mesai saatinde giderseniz ÇAPA KEMİK İLİĞİ BANKASINDA veriyorsunuz.. mesai saati dışında giderseniz FAKÜLTE İÇİNDEKİ KAN MERKEZİNE gidip “kemik iliği bağışcısı olmak istiyorum” deyip gene bir tüp kan verebilirsiniz… 



30 Haziran 2012 Cumartesi

TATİL

 bu blogerin sahibi kocasını ıstanbul da yalnız bırakmış olmanın mutsuzluğunu düşünürken, kızıyla beraber bol oksijene doymanin sarhoşluğu içinde. Bartın Ulus ta:)

27 Haziran 2012 Çarşamba

THY KABİN AMİRİNDEN ÇIĞLIK


Hepimiz izlemiştik THY grevde, grevde olan işçiler işten atıldı diye. Bende izlerken o kadar maaş alıyorlar daha neyin grevi diye düşünmüştüm. Daha sonra unuttuk gitti. Oysa her işin kendine göre zorluğu olduğu gibi onların sorumlulukları da fazlasıyla ağırmış bu yazıyla anlamış oldum. Yazıyı okuyunca, çok üzüldüm ve hak verdim. Tabi önce empati yaparak okumak lazım.



19 Haziran 2012 Salı

16 AYLIK BEBEK GELİŞİMİ

Defne Ada 16 aylık oldu, bebeklikten çocukluğa terfi etti diyebilirim. Artık arkadaş gruplarıyla koşturuyor, parkta kayaktan tek başına çıkıp kayabiliyor(yetişkin gözetiminde). Gerçi yaşıtlarıyla pek anlaşamıyor, oyuncak kavgasına giriyorlar. İki tarafta inatçıysa durumu siz düşünün. Kuzenleri Defne Ada'dan büyük olduğundan ne istese oluyor, o yüzden arkadaşlarından da aynısını bekliyor olmayınca mızmızlanıyor. 

Girdiğimiz ortamlarda çok yabancılıyor, benim kucağımdan inmiyor desem yeridir. Alışması için baya hatta bayaaaaa uzun bir zaman geçmesi gerekiyor ki, bazen o zaman hiç gelmiyor :))) Geçici bir durum, huy değişimi olarak düşünüyorum. Çünkü her zaman kalabalık ortamlara girmeye çalışıyorum.

Yemek yerken her zaman bizimle aynı masadaydı zaten.Şimdilerde bizim yediğimiz her şeyden yiyebiliyor. Kendisi yediği zaman daha mutlu oluyor. Buradaki  yazımda da resimlerden anlaşılıyor. Yerler biraz batıyor haliyle ama biz memnunuz halimizden. Gün içerisinde tüm besin guruplarından almasına özen gösteriyorum. Süt, yumurta, et, tahıl, meyve gibi. Yoğurtla aramız hiç düzelmedi maalesef İlk zamanlar karşı çıksam da 8.ayından sonra yoğurt yemeyi bıraktı Defne Ada. Zar zor 11.ayına kadar her gün az da olsa vermeye devam ettim. Ama şimdilerde minik küplerdeki meyveli yoğurtları yiyor. Yoğurt yemediği gibi yoğurt çorbasını hiç sevmedi. Ara ara denesem de yemiyor.

Konuşması da çok değişti kelime dağarcığı her geçen gün ilerliyor. Söyleyebildiği kelimeler kendi dilinde ama biz anlıyoruz. Bazen anlayamadığım oluyor işaret dilinden bile anlamıyorum o zaman da sinirleniyor haliyle.

Son bir kaç aydır çok sinirli, inatçı. Nedensiz ağlamaları çok oluyor. En iyi çare görmezden gelmek ama çok uzun süre ağlayınca kayıtsız kalamıyorum. Bir şekilde sakinleştirmeye çalışıyorum. Zaten ağlama krizi ilk geldiğinde ilgi gösterirsek daha da hırçınlaşıyor. Biraz sakinleşmesini sinirinin yatışmasını beklemek en iyi çözüm.

Özellikle anneden ayrılma korkusu çok yaşıyor. Biz işe gittikten sonra uyanıyor ve ilk işi bizim odamıza gidip anne diye beni arıyormuş. Annem de onu alıştırmış. Anne mama almaya gitti gelecek diye. Allahtan gelince trip atmıyor bana. Akşamları kucaklıyor, hiç bırakmıyor beni, kimseye gitmiyor.

Çok taklitçi ne yaparsak yapmaya bayılıyor, benimle ev bile temizliyor. Hatta geçen gün alışveriş yapıyoruz marketteyiz bizim cadının elinde ıslak mendil, çömeldi ve yerleri silmeye başladı. Çok titiziz.

Bu aralar gündüz uykularını teke çeviriyor gibi, bazı gün tek uyku bazı gün iki uyku olarak devam ediyoruz. Uyku bile uyumak istemiyor, diretiyor bazen uyumamaya. Ama dediğim gibi inadına gitmekten çok rahata bağlamış durumdayım uyumuyorsa uyumuyor, yemiyorsa yemiyor gibi. Nasıl olsa kandırarak bir şekilde yediriyorum.

Altını bezletmek istemez, kıyafet giyinmek istemez, saçını bağlatmak istemez, ayakkabı giymek istemez, çorap giymek istemez, tırnakları kesilsin istemez, uyumak istemez. Anlayacağınız Defne Ada her şeye karşı. Bizim evin asisi :))

Ne kadar ağlama ve sinir nöbetleri beni zorlasa da, halimden çok memnunum. Şükürler olsun ki sağlığı yerinde. Bu her şeye değer. Anne olmanın güzellikleri diyebiliriz. 

                                          Saçını bağlatmadığı, deli kız dolaştığı resmi :))